20 Ocak 2015 Salı

Modern sanatlara yansıyan "hiçlik", Parviz Tanavoli

İçerisinde bulunduğumuz evrenin ve üzerinde ikamet ettiğimiz dünyanın varoluşundan günümüze her an yaşamış iki kavram olan "varlık" ve "hiçlik" felsefenin temel tartışmalarından biri olarak günümüze değin üzerinde birçok fikir beyan edilmiş bir konu olarak karşımıza çıkıyor. 
Hiç olarak ele alınan kelimenin günlük yaşamda kullanım anlamı, olmayan somut ya da soyut bir kavramı betimlemek olsa da aslında insanlık düşünce tarihi bu üç harfli kelime için ciltlerce eser ortaya koymuş durumda. Hal böyle olunca kelimenin tasavvuru da bir çok alanda görülebiliyor. 

İranlı heykeltraş Parviz Tanavoli'de hiçlik dünyasında kendine yer arayan sanatçılardan biri olarak, hiçliğe kendi yorumunu katarak çağdaş İslam sanatı örneklerini insanlık kültür hazinesine ekliyor. 1937 yılında İran'ın başkenti olan Tahran'da dünyaya gelen sanatçı, 1959 yılında İtalya'nın kültür başkentlerinden biri olan Milano'da Brera Akademi'den mezun olduktan sonra, heykel ve heykeltraşlık üzerine 3 yıl da Minneapolis Sanat Koleji'nde eğitim görüyor. Bu eğitiminin ardından 1961 yılında ülkesine dönen Tanavoli, Tahran Üniversitesi Heykeltraşlık Bölümü'nün direktörlüğünü üstleniyor. Çağdaşlaşmayı destekleyen İran'ın ünlü düşünürlerinden olan Karim Emami'nin İran Dekoratif Sanatlar Koleji'nde eğitimci olduğu zamanlarda dile getirdiği çağdaş sanat ve İslam sanatı birleşimi olan Saqqakhana akımından etkilenerek ortaya koyduğu eserleri günümüz İran'ının en önemli sanat eserleri arasında gösteriliyor. 

Parviz Tanavoli, sadece kendi ülkesi içerisinde değil aynı zamanda Batı dünyasının da oldukça dikkatini çeken bir sanatçı, çok sayıda solo sergiye imza atmış bulunmakta, bunlar arasında en önemlileri, sanatın güçlü kaleleri olarak sayılan British Museum, Grey Art Gallery, New York ve Viyana Modern Sanatlar Müzesi'nde gerçekleştirdiği sergileri sıralamak mümkün.

1989'dan itibaren Kanada'ya yerleşmiş olsa da sanatçı İran kültürü ve coğrafyasından kopmamış olduğunu eserleri ile ortaya koymaktadır. İslam sanatında sıkça rastladığımız hiçlik kavramına atıf yapan eserler, sanatçının son sergisinde de baş tacı edilmiş durumda. 

İslam'da hiçlik kavramı tartışmaya açık bir konumda olsa da tasavvuf ehli "hiç" olmanın kutsaliyetine olan inancını günümüzde halen destekliyor. Mevlana Celaleddin Rumi'nin "Ben sana 'hiç' diyeceğim ama, sen 'hiç' de değilsin. Bu kendini bir şey görmen, hep senin zannın, vehmindir." sözleri aslında hiçliğin tasavvuf alemine nasıl yansıdığını ve nasıl göründüğünü anlayabilmemiz adına güzel bir örnek. Kendini bir şey görme ya da maddeden ibaret olduğuna takılıp kalma ile açıklanabilecek durumun ötesinde var olan yokluğu anlatmak istiyor Mevlana, ama o yokluğu da salt bir hiçlik ile açıklayamayacağını söylüyor. Çünkü İslam felsefesinde, yaradılışta hiç olandan kainatı yaratan Allah, yokluğu yaratımları ile çoğaltmış ve çokluğu çoğaltarak tüm varlıklar için bir nizam tertip etmiştir. Tüm nizamı ortadan kaldırdığımızda ortaya bir hiçlik ve mutlak bir var oluşun yani Allah'ın kaldığını göreceğimiz düşüncesi vardır. Tabi bu düşünce, yaratıcı haricinde her şeyin reddi olan panteist düşünce ile ilişkilendirilmemelidir.

İslam coğrafyasında yer edinen bu düşünceyi eserlerine uyarlayan Tanavoli, hiç kavramını sorgularken, insan beynini yokluğa ve yokluktan varlığa geçişi sorgulamaya itiyor. 


Parviz Tanavoli (1937 - ....)


Heech (Hiçlik) 1972 
Bronz - ahşap kaide 


Heech on chair (Sandalye'de Hiçlik) 


Heech Ring (Hiçlik Yüzüğü) 
Gümüş


Heech in Cage (Kafeste hiçlik)
Bronz


The Lock of Love (Aşkın Kilidi) 


Red Heech (Kırmızı Hiçlik)


Heech in Cage (Kafeste Hiçlik)











Devamını Oku

13 Ekim 2014 Pazartesi

Erkekler için soğuk günlerin kurtarıcıları...

Güneşli günleri arkamızda bırakarak girdiğimiz sonbahar mevsiminde, soğuk havanın habercisi rüzgarlar caddelerde yaprakları süpürüyor. Kasvet dolu olsa da gelecek kış günlerini sıcak kılacak yeni koleksiyonlar gün yüzüne çıkmış durumda. Şimdi bir kupa sıcak çikolata ile koltuğunuza iyice yayılın ve sadece down tuşunu kullanarak erişeceğiniz moda hazzına kendinizi teslim edin. Başlıyoruz. 




Dolce&Gabbana Fall Winter 2014 - 2015 koleksiyonu ile sezon açılışını yapmak istiyorum. Tarihsel dokuyu modern çağlara aktarmayı seven Domenico Dolce ve Stefano Gabbana, bu koleksiyonda da esin perilerini Ortaçağ'dan günümüze davet etmiş görünüyor. 

Tasarımcılarımız klasik erkek parçalarında pek de görmeye alışmadığımız işlemeler ile modern D&G erkeğini farklı bir konuma taşıyor bu sezon. Ortaçağ asilzadelerinin ustalık ve incelik ile hazırlanan kıyafetlerini bile sönük bırakabileceğini düşündüğüm tasarımlar oldukça göz dolduru. Altını çizerek vurgulamak istiyorum ki soğuk günler için seçilmiş tonlar, kendileri ile tezat bir duruş ile iç ısıtıyorlar neredeyse. 



Şövalye başlıklarını bu kış oldukça yoğun biçimde göreceğimizi umut ediyorum. Öyle ki maskülen ve modern erkeği öyle güzel tamamlayacak bir unsur çağımıza ancak böyle güzel adapte edilebilir. 



Tasarımcıların Ortaçağ'dan beslenerek yarattıkları Dolce&Gabbana erkeği, şövalyeler gibi savaşa gitmeyecek olsa da, çağımızın iş hayatında masa meydanlarında başarıdan başarıya koşacak gibi görünüyor.  


Bir başka iç ısıtan unsur da metropolitan şövalyemizin çantası... Klasik yorumlar ile yapılan sırt çantaları artık sokak modasında da kendine yer edinmiş iken, D&G'nin altını çizerek kullandığı bir başka parça olarak karşımızda. İçine ister zırhınızı parlatacak ekipmanları isterseniz de beyninizi parlatacak kitaplarınızı koyun, hangi çağda olduğunuz size kalmış...



İnce İtalyan işçiliği, estetik algısı ve motifleri her ne kadar sokağa inmeyecek olsa da, hayalleri süsleyecek konumdalar. 


Kışın dayanılmaz saflığı, zarafet kokan sokakların tasarımcısı karlı günleri iple çekerken, ellerimizi de düşünmek gerek değil mi?! İster ironi olarak algılayın ister kötü bir espri, D&G 7/24 ellerinizi düşünmenize olanak sağlayacak bir eldiven tasarlamayı başarmış. Göz kamaştıran taşlar, floral kıvrımlar ile buluşmuş ve özel hissetmenin ayrıcalığını tatmanız için tasarlanmış. Moda ve tarz kokan kar topları yapmak istiyorsanız, dolabınızda bir çift bulundurmanızı şiddetle tavsiye ediyorum... 


Devamını Oku

15 Mayıs 2014 Perşembe

Antik dünyanın mirası; Doğal taşlar Moda ile buluşuyor...

Dünyamızın oluşumundan bu yana, yerküreye refakat eden taşlar, insanoğlunun ilk aletleri, ilk takıları, ilk eşyaları oldular. İlk insanın elinden düşürmediği keskisi taş, zaman içerisinde evrilerek akla gelebilecek her alanda kullanıldı. 

Geçen zaman ve tecrübenin artması ile ilerleyen medeniyet, yeryüzünün hareketleri ile oluşmuş doğal taş ya da değerli taş denilen yeryüzünün en saf cevherlerine ulaşma yollarını bulduğunda, insan artık taşı güncel yaşamının en önemli merkezlerinden birine çoktan yerleştirmişti. Günlük kullanım objelerinin aksine, doğal taş, önemli kullanım objelerinin ham maddesi olarak işlenmiş, tarihin ilk medeniyetlerinin eserlerinde bu taşlar sıklıkla kullanılmıştı. 

Yaşadığı ortamı şekillendirmeye çalışan insanoğlu, medeniyeti ilerletirken bir yandan da inanç dünyasını şekillendirmeye başlayarak, dünyayı, evreni, en önemlisi de kendini yani var olma sebebini anlamaya çalışıyordu. İlk insanların yapmış oldukları doğal taş kolyeler, inanç dünyalarından bizlere kalan eserler arasında sıralanabilir. Günümüzde süs eşyası gibi algılanıyor olsalar da doğal taşlardan yapılmış kolyeler bir nevi onların tanrısal zırhları olarak her tür kötülüğe karşı kullanıldı. 










Evrilen dünyada, uygarlıkların ortaya çıkması ile doğal taşların işlenme biçimleri, formları, kullanım alanları da değişti, örneğin, taş boncukların yerini ufak figürinler aldı ve bunların koruyuculuğuna olan düşünce sistemi ile şekillenmiş inançlar ortaya çıktı. En güzel örneklerini Mısır'da Erken ve Orta Krallık evresinde gördüğümüz bu figürinler, ametist taşının oyulması ve kazınması ile oluşturulmuş günümüzde muska olarak kullandığımız her tür nesnenin atası olan küçük heykelcikler olarak karşımıza çıkıyor. 












M.Ö. 2030 - 1800 yılları arasında sıkça kullanılan, Mısır medeniyetinin inanç dünyasını şekillendiren hayvan tanrı görünümlü ametist muskalar, korunma, kötülükleri uzak tutma, bereket, şifa gibi bir çok beklenti ile başvurulan nesnelerden olmuşlardı. Yunan medeniyeti içinse bambaşka bir konumda olan ametist, sarhoşluğu yok eden, sarhoşluktan koruyan taş olarak oldukça sık bir şekilde şarap kadehlerinde ve sunaklarda kullanılmıştı, Mısır'ın inanç dünyası kadar olmasa da ametist taşı koruyuculuğunu her medeniyette sürdürmüştür.

Geçen zaman, taşların kutsaliyetini belli başlı formlardan söküp attı ve yerini akla gelebilecek her objeye yükleyerek, kullanım alanlarını genişletti, zaman bununla da sınırlı kalmadı, artık korunma amacıyla kullanılan boncuklar, keşfedilen yeni madenler ile birleştirilerek süs eşyalarına dönüştü. En güzel örneklerini Roma ve devamı olan Bizans İmparatorluğu'nda rastladığımız ametist öncelikli olmak üzere kullanılan doğal taş takılar, hanedan ve soyluların vazgeçilmez aksesuarları oldu. Bizans Hanedanı için bir tabu olan mor renk, hanedan rengi olmakla kalmayıp, ruhani inançların da rengi olarak görüldü ve hanedan mensupları haricinde giyilmesi yasaklandı. Şartlar böyle olunca, mor rengi bu derecede kutsal ve erişilmez yapan Bizans medeniyetinde ametist taşının bulunduğu konumu hayal etmek hiç de zor değil. 


M.S. 6. ve 7. yüzyılda doğal taş ve değerli madenler ile yapılmış Bizans İmparatorluğu Dönemi'ne ait bileklik

Yakın geçmişin bıraktığı izler arasında, en dikkat çekici olan ise Leonardo Da Vinci'nin ametist taşı ile ilgili yazmış olduklarıdır, çünkü Da Vinci'ye göre bu taş şeytani ve günahkar düşünceleri dağıtan ve zekayı canlandıran özellikleri ile tanımlanmıştı. (Ortaçağ'ın şeytani ve günahkar düşüncelerini günümüze uyarlayacak olursak kötü enerjiler diyebiliriz.) Rönesans'ın dahiyane adamı Da Vinci'nin ametist üzerine çalışmış olması oldukça önemli bir ayrıntı. Avrupa'da Da Vinci ve öncesi dönemde bilinen taş, aynı zamanda bekaretin ve dindarlığın da sembolü olarak kullanıldı, bu nedenledir ki ortaçağ dönemi sanat tarihi eserlerinde mor renk ve ametist taşından yapılmış ya da süslenmiş objelere çok sık rastlanır. 

Diğer önemli doğal taşlardan biri de pembe kuartzdır, az bulunan bu taş ilk çağlardan itibaren, mühür yapımından, muska kullanımına kadar bir çok alanda kendini gösterdi, mistik şifa öğretilerinde uyumu, dengeyi, huzuru, yapıcılığı simgeleyen ve sağlayan bu taşın mühürlerde bu sıklıkta kullanılmış olması ile büyük ölçüde bir bağ olduğunu tahmin etmek oldukça kolay.  


M.Ö. 1822 - 1763 yılları arasında Babil'de kullanılan pembe kuartz'dan yapılmış ticaret ve tapınak mühürü 

İnsanlık tarihinin geniş periyodunda her daim kendine yer edinmeyi başarmış, şifasına, koruyuculuğa, güzelliğine önem verilmiş doğal taşların hikayesi bitmez, ancak günümüzde bu hikayeye bambaşka bir yorum katan moda tasarımcısı Erol Albayrak'ın medeniyetlerin ortak çatısında buluşturarak ametist ve pembe kuartz'dan tasarladığı elbisenin tanıtımı Fimar Butik'te yapıldı. Her ne kadar lansmana katılamamış olsam da, görseller elime geçtiğinde, tasarımın doğallığı ve konuyu taşıyabilmesini çok beğendim. Özellikle doğal taşların işlenirken, kayaçtan alınan bir kesite bakıyormuş izlenimini vermiş olması hem manidar hem de güzel bir dokunuş olmuş. Erol Albayrak'ın tasarımlarında ki doğallık, doğal taşlar ile bütünleşince daha da kendini hissettirmiş ve bu sayede insanlık tarihine, sanata, medeniyete, doğaya, yerküreye olan tüm vefalar ortaya konmuş. 



Erol Albayrak'ın tasarımı Mısır medeniyetinin inandığı gibi, kötülüklerden korur mu bilinmez, ancak Yunan medeniyetinin inandığı gibi sarhoşluktan koruyamayacağı ortada, göz kamaştırıcı taşlar ile birleşen metalik gri kumaş insanın haz dünyasını sarhoş ediyor gerçekten. Belki bundan binlerce yıl sonra, sanat tarihçileri Erol Albayrak'ı, kadınları güzelleştiren muskaların tasarımcısı, sahibi olarak anacaklar kim bilir....  





Devamını Oku

17 Mart 2014 Pazartesi

Kadının simgesel özgürlüğü: Erol Albayrak MBFWI Fall Winter 2014

Çoğu modaseverin yakından takip ettiği ve bildiği üzere, Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul ayağı geçtiğimiz günlerde tasarımcıların agorasına dönüştü. Antrepo'da gerçekleştirilen etkinliğin yankıları hala devam etmekte, ancak biraz olsun magazinsel yönünden uzaklaşarak, moda ile bütünleşmenin yararlı olacağı kanısındayım. Bu amaca hizmet veren nadir tasarımcılardan biri olduğuna inandığım Erol Albayrak'ın yeni koleksiyonuna göz atmayı öneriyorum size...

Albayrak, her koleksiyonunda sadece iki kumaş parçasını birleştirmekten ziyade, kavramları, kültürleri, insana ait tüm güdüleri seçtiği kumaşların arasına katarak en iyi şekilde birleştirmeyi hedef ediniyor.       -Önceki koleksiyonları hakkında yazdığım yazılar için bir tık  - Bu birleştirmenin sonucunda da bizi bize anlatan, insanı anlamlandırmaya çalışan, anlam ararken anlam kazandıran bir moda algısı doğuyor ister istemez. Bunun üzerine düşüp komplike bir tasarım çıkarma hedefinde olduğunu düşünmüyorum, aksine hayata bakış açısını, algısını ve hayatını tasarımlarına kattığı için doğal bir sirkülasyon halinde başarılı sonuçlar yakaladığına inanıyorum. MBFWİ 2014 için hazırlamış olduğu koleksiyon da yine bu bakış açısının birleştirici, anlamlandırıcı ve hayatı özetleyici niteliklerini bir arada toplamış, kadının simgesel özgürlüğünün en yoğun hissedildiği tasarımların oluşturduğu defile, nudizmin hırçın sularının daha sakinleştiği bir ortamda yaratılmış olduğu hissi uyandırıyor izleyicide. Albayrak'ın kendi tabiri ile "Moda kadını soymak değil, giydirmektir." cümlesi aslında dingin suları tam anlamıyla özetlemeye yetiyor. Çoğu eleştirmen çıplaklığı özgürlük kabul ederken, bu söylem aslında insanların aklına hemen bir yafta getiriyor ancak, biçimsel özgürlük ile kavramsal özgürlük arasındaki ince ayrıntıyı kimse ele almıyor. Biçim olarak kadını özgür kılmak çıplaklık ile mümkün olabilir elbet, ancak kavram olarak ele aldığınız "kadın"ı özgür kılmak o kadar kolay değil, işte bunu başarabilmek için de Albayrak ya da aynı ekolün temsilcisi bir başka tasarımcı gibi, kavramları ve hayatı sentezleyip kalın çizgilerin yanına noktalar yerleştirmek ile olabiliyor. 

Bir defilenin ardından söz edilen en büyük nokta renkler, kumaş seçimleri, dikiş teknikleri ya da magazinsel ele alınacak olursa seçilen mankenler, makyaj ve saç olabiliyor. Ancak bu bakış açısını artık içinde bulunduğumuz yeni dünyada hafifletmek gerektiğine inanıyorum, keza tasarımcıların söylemek istediği, anlatmak istediği çok ama çok şey var. Bir ressamın resmine bakarken seçtiği tuvalin ebatlarını, çerçevelerken kullandığı materyali sorgulamaktan kurtulup, resmin anlattıklarına kulak verdiğimizde sanatta doyum noktasına ulaşıyorsak, moda dediğimiz sanat dalı için de doyum noktaları yaratmalıyız. Peki Erol Albayrak defilesinin doyum noktaları nelerdir dediğimizde karşımıza çıkanlar neler onlara bir göz atalım, ancak bunun öncesinde tasarımlara bir göz atmanın zamanı geldi de geçiyor. 


     

  

  




Eminim ki en başta bahsettiklerim, defile fotoğrafları ile örtüşünce birçok imge oluştu beyninizde ama ben yine de tasarımlar üzerinden kavramlara değinmek istiyorum keza en sevdiğim bölüme geldik. Defilenin videosundan da takip edebileceğiniz bir kronoloji var, kronolojinin ulaştığı evreler sanatın beşiği Mezopotamya'dan Anadolu'ya dünya tarihini etkileyen uygarlıklardan yaşadığımız topraklarda ki Osmanlı İmparatorluğu'na kadar bir yelpazede şekillenmiş olsa da, modern çağın fütürizmi de işin içinde Albayrak ustalığı ile harmanlanmış bir biçimde seyirciye sunulmuş. Keskin geometrik kesitler, oryantalist kesitler ile birleştirilip kadın ruhunun keskin duruşu ile barındırdığı naiflik çok iyi şekilde korunmuş, maskülen tavır Albayrak tasarımları içerisinde nadiren yer alsa da fütürist etki taşıyan tasarımların içerisinde hissedilirliği kontrollü biçimde sağlanmış diye düşünüyorum. 

Oryantalist ruha sahip tasarımlarında kullandığı kündekari tekniğinin vazgeçilmez şemaları kıyafetler ile bütünleşirken, Albayrak'ın savunduğu güçlü kadın imgesinin de öyle güzel vurgulamasını sağlamış ki, geometrik geçmeler ile bezeli tasarımların her biri sanatın sanat ile yorumlanması gibi seyirciye aktarılmış.



Kündekari kelime menşei olarak Farsça bir kelime ve aslen heykeltraşlık anlamına geliyor, Albayrak'ın bir röportajında "Biz bir heykeltraş gibi kumaşlara form verir, bir ressam gibi desenler yaparız." cümlesini hatırladığımda, kündekariyi seçmiş olmasının şaşırtıcı olmadığına kanaat getirdim. Nitekim kündekari konusunda örnek paylaşmak için o kadar çok kararsızlığa düştüm ki, eminim arama motorlarından birine kündekari yazdığınızda karşınıza gelen nadide örnekleri görünce bana hak vereceksiniz. 

         


Albayrak sadece kündekari ile sınırlamamış tasarımlarını, tezhip sanatının da formlarını günümüz algısı ile yorumlayıp aktardığı kumaşlarda hayat kazanmasına vesile olmuş. Vakti zamanında ilim kitaplarına büyük bir sabır ve ince bir işçilik ile işlenen formlar gelinliklerin üzerine yine aynı titizlik ve tanımsız bir estetik anlayışı ile aktarılmış. Açıkça söylemek gerekirse, defileyi izlerken zamanlar arası yolculuğa çıkıp, düşünsel olarak bir gezintiye çıktığımı, ve gelinlikleri gördüğümde tüylerimin diken diken olduğunu söyleyebilirim. 

Şimdi gelelim asıl konuya, kronolojik medeniyet tarihi, oryantalizm, kündekari, tezhip, fütürizm dedik, ancak simgesel özgürlük, daha doğrusu güçlü kadının simgesel özgürlüğü bu bahsedilenlerin neresinde... Özgür bir kadın, ya da bu özgürlüğe bir beden yaratmak zorunda da değiliz, özgür bir ruhun, çok çeşitliliğin içerisinde, her bir anlam ve ifadeye belli ölçüde yakın, belli ölçüde uzak olması bu özgürlüğün ana hattını oluşturuyor diye düşünüyorum. Öyle ki, bir fikire ne körü körüne bağlı, ne nefret edecek kadar uzak durmamak aslında o fikirin insanın üzerinde yarattığı özgürlüğü nitelediğine inanıyorum. Erol Albayrak da bu defilesinde modaseverlere, özgür bir tasarımın, özgür bir kadını nasıl niteleyebileceğini, geleceğin belli başlı kavramlardan korkmadan, uzak kalmadan nasıl şekillendirilebileceğini aktardığını hissediyorum. 

Özgür ve güçlü yarınlar için, sanata ihtiyacımız olduğu kadar modaya da ihtiyacımız olduğunu unutmadığımız, elimizdeki değerleri taçlandırıp, yeniliklere kapılarımızı kapatmadığımız günlere...                              



Devamını Oku

3 Aralık 2013 Salı

Yemekte "moda" var.


İçinde bulunduğumuz yıllarda sektörler kendilerini insanın 5 duyusuna hitap edecek şekilde yenilemeye çalışıyorlar, artık sektörlerin renkleri, sesleri, kokuları ve bazılarının da damaklara kazınmış tatları mevcut peki moda dünyası bunun neresinde konumlanıyor? 

Moda dünyası görsel, işitsel ve dokunsal duygularımızı doyuruyor, peki ya tat alma duyumuz?

İşte bu soruya cevap arayan modacıların ortaya çıkardıkları yeni bir moda kavramı oluşmuş durumda, "yenilebilir moda" olarak adlandırabileceğimiz bu akımda giysiler çoğunlukla ya da tamamen yiyeceklerden yapılıyor. Evet biraz akıl kurcalayıcı olabilir, ama çoğumuzun ağzından dökülen beğeni sözcüklerinden biri de "yerim" iken, çok beğendiğiniz bir eteği yemek, bir gömleğin manşetlerini kemirmek ya da şık bir omuz çantasının sapını emmek çok da hayal dışı bir şey değildir sanırım... 

Hayalinizde nasıl bir görüntü canlandı bilemiyorum ancak görsellere bakınca insanın iştahı kabarmıyor değil, sanırım bu akımda tek sorun kaloriyi, diyeti, öğünü abartıp çıplak kalmak olacak... :)

















































































































































Yenilebilir moda akımında oldukça farklı tasarımları olan Fulvio Bonavio'nun tasarımlarını görmek için yukarıdaki frambuazlı çantaya bir tık yeterli... 


Devamını Oku

25 Kasım 2013 Pazartesi

Fotoğraf tanrıçası: Kirsty Mitchell

İnsanlık tarihine baktığımızda mitler her zaman kendilerini besleyecek ve destekleyecek konuları işlemişlerdir, evrenin varoluşu, insanın yaratılışı, rüzgarın esmesi, aklınıza gelebilecek milyonlarca konu hakkında başvurulacak milyonlarca tanrı barındırmışlar ve insan beyninin sorularına imgeler ile cevap bulmuşlardır.

Gaia'da Yunan halkının evreni anlatmak için kullandığı tanrılardan biri, anatanrıça oluşumuna güzel bir örnek teşkil ettiği gibi, tüm tanrıların ve her şeyin yaratıcısı olması açısından da önemlidir. Gaia'nın yaratıcılı ile beslenen sanatçı Kirsty Mitchell'de stüdyosunda yaptığı çekimlerde Gaia'ya bir beden tahsis ederek dünyayı algılamaya çalışan Yunanlıların ortaya attığı düşünceyi, Gaia'yı anlamaya çalışan insanlara aktarmak istemiş. Gaia'yı bir fotoğraf karesi ile anlamak elbette imkansız, ancak hayal dünyasını zorlayan ve bir o kadar da hayranlık uyandıran fotoğraflar için Mitchell'e büyük saygı duymak sanata karşı olan vazifelerimizden biri. 

Unutmadan Yunan Mitolojisi'ne ilginiz varsa, Yunanlıların evreni algılama ve algılarken karşılaştıkları sorulara verdikleri dinsel cevapları merak ediyorsanız Edith Hamilton'un kaleme aldığı Mitologya kitabını okumanızı tavsiye ederim. Oldukça açıklayıcı ve öz olarak yazılan kitap, okuyucuyu sıkmadan mitolojiyi özetlemeyi başaran nadir kitaplardan.... 

Mitolojiye de açıklama getirdikten sonra Kirsty Mitchell'e bir göz atmaya ne dersiniz? 





Kirsty Mitchell'in çalışmaları elbette Gaia ile sınırlı değil, sanatçı fotoğraf aracılığı ile seyircisini bilinmeyen diyarların egzotik atmosferlerinde gezintiye çıkarmaya oldukça düşkün, hal böyle olunca konu ve figürler de hayallerinizden fırlamış gibi oluyor. Mitchell'in diğer çalışmaları için bir tık.

Devamını Oku

Donatella Versace'nin kayıp kızı Lady Gaga...

Müzik sektörünü hem şarkıları hem de görsel showları ile büyüsü altına alan Lady Gaga, moda sektöründe de adını sıradışı giyim tarzı ile oldukça sık duyduğumuz isimlerden. Ancak şu günlerde moda yayınları Gaga'dan Versace'nin tanıtım kampanyasında yer almasından bahsediyor. 































Versace'nin kreatif direktörlüğünü üstlenmiş olan Donatella Versace'nin kızı gibi bir imaja bürünen Gaga'nın fotoğraflardaki duruş ve tarzı da Donatella'ya bir atıf gibi... İtalyan kökenleri de olduğu bilinen Gaga belki de Versace ailesi ile ortak gen havuzundan beslenmişlerdir bilinmez ancak bilinen o ki mor tonlarının hakim olduğu tanıtım fotoğrafında akla gelen ilk şey Bizans hanedanı... Bilindiği üzere mor renk tarihte çoğu hükümdarlık tarafından hanedan rengi olarak benimsendi, ancak Bizanslılar bunu bir tık ileriye taşıyarak hanedan harici mor giyilmesini yasaklamışlardı. İtalya'da Roma İmparatorluğu ile doğan Bizans'ın Lady Gaga'nın Versace fotoğraflarına yansıması bir tesadüften öte olmalı diye düşünmeden edemiyorum... 

Bizans ya da Roma, Donatella ya da değil, buyurun Mert Alas ve Marcus Piggot tarafından gerçekleştirilen  Gaga'nın Versace için objektiflere yansıyan çekimine...






























Devamını Oku

24 Kasım 2013 Pazar

Sanatı yüzünden okunan sanatçı: Andy Alcala...

Resim sanatı tarihe mağara resimleri ile merhaba demişti, aradan geçen yıllar ile kendine yavaş yavaş zemin yaratmaya ve hakimiyetini ilan etmeye başlayarak Rönesans ile belki de varabileceği en olgun döneme geldi... Rönesans sonrasında takdirinizdir ki zaman durmadı, ilerledi, resim sanatı da kendine farklı üsluplar ve çerçeveler geliştirdi. Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi derken, modern sanatın oluşumuna ve gelişimine tanıklık etti tarih... 

Şuan bulunduğumuz çağda ise, modern resim artık karmaşık ve olabildiğince komplike bir alanda varlığını sürdürmekte... Hal böyle olunca rahat bir ortam içerisinde farkındalık yaratmak isteyen sanatçıların da seslerini duymaya başladık, bu seslerden en genç olanı Andy Alcala'ya ait, halen üniversite eğitimi alan sanatçının yaptığı eserler pek de hafife alınacak şeyler değil. Tuvalin dümdüz yüzeyinin aksine simetrik girinti ve çıkıntılardan oluşan bir zemini seçmesi ve üstelik bu zeminin kendi yüzü olması işi tamamen bambaşka bir boyuta taşıyor. 

Başlıkta da belirttiğim gibi, sanatını yüzünden okuduğumuz sanatçı Andy Alcala'nın hayranlık uyandırıcı çalışmalarını hangi akımın içine dahil eder ya da hangi sanat ile ilişkilendiririz bilemiyorum, bu yapılanlar makyaj mı yoksa resim mi tartışılır, ancak tek bildiğim hepsinin farklı olmaktan ziyade öncü oldukları...




Air Fire - Auguste Herbin



Marilynler - Andy Warhol



Battleship Arkansas Being Tossed in Giant Pillar - Grant Powers



Campbell's Tomato Soup Can - Andy Warhol



The Persistance of Memory - Salvador Dali



Sunrise - George Inness



The Impression - Cloude Monet



Compositions - Piet Mondrian



No.5 - Jackson Pollock



Red Flowers - Donald Sultan



The Scream - Edward Munch



The Snail - Henri Matisse



The Starynight on Rhone - Vincent van Gogh



The Bay from L'estaque - Paul Cézanne



Wheat Field with Cypresses - Vincent van Gogh



Genç sanatçının eserleri tabi ki benim paylaştıklarım ile sınırlı değil, daha fazlasını görmek isterseniz bir tık...

Devamını Oku
Tema resimleri sndr tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.

© 2011 Maddenin Sanat Hali, AllRightsReserved.

Designed by ScreenWritersArena