18 Ekim 2013 Cuma

Şehirli erkeğin anatomisi: Emre Erdemoğlu SS2014

Şehirli erkek denildiğinde gözünüzde canlanan imge takım elbise ise buyurun bu yazı sizler için... 

Yüzyıllardır süregelen resmiyet ve asillik göstergesi "takım elbise"nin giyim tarihinde ortaya çıkışı muamma olsa da primatif örneklerini en yoğun biçimde Fransa sarayında XIV. Louis ile bağdaştırabiliriz. XIV. Louis'nin modaya ve gösterişe olan düşkünlüğü ile terzilerine diktirmiş olduğu kıyafetler benimsediği baskın yayılmacı düşünce ile Avrupa giyim üslubunda oldukça değişimlere neden olduğu da ayrı bir durum. Louis'nin giydiği tek sıra düğmeli, uzun etekli ceketlerin içerisine yine aynı kumaştan dikilmiş olan yeleklerin kolları ceketten dışarı taşarak bir hacim kazandırır nitelikteydi. Evet, mantık hatası yok, yelekler ilk olarak kollu olarak ceket kollarına hacim kazandırma düşüncesi ile dikilmiş olsalar da ceketin baskınlığı galip gelerek yelekleri kolsuz hale yani günümüz kullanımına uygun biçime sokmuştur. Bu ceket ve yelek kombinin altına tarihi süreçte değişmeden aynı çizgide ilerlemeyi sürdüren dar pantolonlar giyilmiştir. 




















Fransa'nın 17. ve 18. yüzyılda Versailles Sarayı'nda gerçekleştirilen diplomatik balolarda sergiye çıkan XI
V. Louis'in primatif takım elbiseleri zaman içerisinde yoğrularak ceket boylarında kısalmalar, aynı kumaştan dökümlü pantolonlar ile tarih süzgecinden geçerek günümüz algısına dönüşmüştür.

Peki bu algıya getirilen farklı bir yorum ile Emre Erdemoğlu'nun modern şehirli erkeğine bir bakacak olursak XIV. Louis'den neler yakalayabiliriz? Bu sorunun cevabı sadece ceket düğmeleri ve zerafet olacak sanırım. Çünkü Erdemoğlu'nun SS2014 koleksiyonu şehirli erkeği farklı bir noktaya taşırken, şıklıktan da ödün vermiyor. Dar kesimlerin renkler ile buluşmasında kullanılan puantiye, ekose, ve geometrik hatlı detaylar koleksiyonda öne çıkan unsurların başında geliyor. "Modern erkeğin tutkusu" olarak yorumladığım Erdemoğlu SS2014 koleksiyonunda her bir parça adını tarihe yazdıracak gibi... Kim bilir bundan yüzyıllar sonra XIV. Louis ile birlikte Emre Erdemoğlu'ndan da getirdiği yenilikler ile ilgili söz eden birileri olur. Gelin bu tarihsel değişimi modern, asil ve şık parçalar eşliğinde tamamlayalım.





















Emre Erdemoğlu Mercedes-Benz Fashion Week S/S 2014 defilesi: 


Devamını Oku

17 Ekim 2013 Perşembe

Akımsal moda: "Baroque" bu işleri...

Belli alanlarda belli kelimelerin revaçta olduğu dönemlerden gelip geçiyoruz, ancak son bir kaç yıldır moda ile ilintili alanların takipçisi iseniz çok sık duyduğunuz bir kelimeye odaklanmanızı istiyorum. Baroque ya da dilimize geçmiş telaffuzu ile "barok". Peki oldukça aşina olduğumuz bu kelimeyi kullanırken anlatmak istediğimizin yanında kapsadığı başka anlamlardan da haberdar mıyız bir düşünelim. 

Sanat akımlarını tanımlarken, ya da periyodik bir tarihçe içerisinde belirtirken büyük sıkıntılar yaşanabileceğini savunan bir görüşüm var, çünkü sanat, siyaset, felsefe ya da kısmi ya da tam olarak sözel bölümlerin aniden değişime uğrayıp akım oluşturduklarını düşünmek kadar yersiz bir tutum olamayacağı aşikar. Bu düşünceyi daha da somutlaştırabilmek adına bardak örneğini kullanmak istiyorum, dönemleri birer bardak, sanatçıları, düşünürleri vb kişileri de çeşitli sıvılar olarak düşünelim, nasıl ki su içmek için kullandığımız su bardağı, kahve içmek için kupalarımız, Türk kahvesi için fincanlarımız, rakı için rakı bardağımız form ve derinlik - genişlik bakımından farklıysalar sanatçılar yakın oldukları dönemlere göre sınıflandırılıyorlar ya da "dolduruluyorlar." Doldurulmak işin espri boyutu olsa da işleyiş az çok böyle. Dönemlere ve akım öncülerine karşı nasıl bir tutum sergileyeceğimizi kavradıktan sonra gelelim Barok dönemin sanat tarihi içerisindeki kapsadığı yere...

Sanatın tarihsel sürecinde gelişen ve tekniksel anlamda yeni yetiler kazanan sanat ile üslupsal zevklerin getirdiği beğenilerin farklı bir yöne savrulması bu süreçte belli kırılmalara ya da değişimlere sebep olarak dönemsel ayrılıkları oluşturuyor. Tabi bu durumu sadece beğeni ve üslupsal değişimler ile açıklamak yetersiz kalsa da sosyolojik incelemelere indiğimizde iş çıkılmaz bir hal alacağından biz şimdilik beğeniler ve üslupsal değişimleri göz önünde bulunduralım. Barok sanatta böyle bir üslupsal arayış ile beğenilerin kırılma noktasında Rönesans'tan sonra ortaya çıkan akımlardan biri, tabi arada Maniyerist anlayış olan hazırlayıcı bir dönemin varlığını da bilmek gerek. Barok'un çocukluğu olarak ortaya çıkan Maniyerizm, Rönesans'ın benimsediği klasik anlayış, simetri ve ölçü gibi kalıplara tamamen karşı olarak benimsenmiş zıtlıklar birleşkesidir. Maniyerizm ile gelen deformasyonlar Barok üslubunda biraz daha yumuşayarak yerini ölçüsel asimetriye bırakmış ve Rönesans'ın renk skalası bir kenara bırakılarak koyu toprak tonları, kırmızılar adeta göze sokmak istenircesine vurgulu bir şekilde kullanılmıştır. Figürlerde de renkler gibi duygular da çok belirgin işlenerek esere bakan kişiye birebir aktarılmaya çalışılmıştır. 

Maniyerizm denildiğinde akla ilk gelmesi gereken isim ressam El Greco, Barok dendiğinde ise ressam Rubens ve Rembrant, heykeltraş olarak da Bernini'dir.


































El Greco - The Opening of the Fifth Seal of the Apocalypse (1608-1614): El Greco'nun en bilindik eserlerinden olan bu "5. Mührün Açılışı" tablosu Maniyerizm'i algılayabilmek adına en açık örneklerden biridir. Bahsi geçen deformasyon, orantısızlık ve renk kullanımının Rönesans zevki ile tamamen zıt oluşu önemlidir. 




































Peter Paul Rubens - Fall of the Man (1628-1628): Barok tarzın öncülerinden sayılan ressam Rubens'in "Cennetten Kovuluş" olarak aktarabileceğimiz bu eseri de Barok özelliklerini önemli ölçüde vurgulayan bir örnektir. Rönesans'a karşı oluşan tepkilerin ve karşı çıkmanın bir sonucu olan simetri ve oranlardan kaçınma ya da idealize formları baz almamanın en güzel aktarımı olsa gerek. Rönesans döneminde işlenen kaslı, ideal ve fit insan vücudu ile göbekli Adem ve kalçaları geniş göğüsleri küçük Havva karşılaştırıldığında üslubun ne denli değişmiş olduğu ortaya çıkıyor. 





























Rembrandt - The Night Watch (1642): Barok dönemin olgunlaşmış meyvelerinden biri sayılan "Gece Nöbeti" isimli bu eser aslında tuhaf bir hikayeye sahip, eserin isminin Gece Nöbeti olması ve gece algısı uyandırması üzerine çekilen koyu renk vernik ile alakalı. Ne olursa olsun ışık gölge, renk seçimleri, yüz ifadelerindeki netlikler ile Barok ihtişamını aktarmasına engel hiçbir unsur yok. Rembrandt'a ait farklı bilgiler ve gözlemler edinmek isterseniz Nightwatching adlı 2007 yapımı filmi izlemenizi öneririm. Film hakkında bilgi için linke bir tık yeterli. 




Bernini: Heykel sanatı akla geldiğinde dönem ne olursa olsun Bernini'yi en başta telaffuz etmek gerektiğine inanıyorum. Sanatçıyı özetleyen bir eserini paylaşmaktansa hakkında bilgi veren bu uzun ama bir o kadar da görsel anlamda doyurucu belgeseli paylaşmak istedim. Ayrıca Vatikan'daki San Pietro Kilisesinin avlusunu yarım daire olarak çevreleyen revakların üzerini süsleyen muhteşem heykellerin sahibidir kendisi. Belgeseli izlemeye vaktim yok diyenler için alternatif görsel linkine tıklamak yeterli.

Gelelim moda ile Barok birleşimine... Uzun uzadıya akımın yansımalarından bahsetmeyeceğim, temel noktalara değinirken epey bir uzattığımın farkındayım. Buyrun modayı etkileyen barok akımın örneklerindeki gizemleri de siz yorumlayın...






























































































































































































Devamını Oku

16 Ekim 2013 Çarşamba

Bir kültür nesnesi "kanaviçe" ve Niyazi Erdoğan

Kanaviçe son yıllarda sadece adı ile hatırladığımız bir sanat dalı olsa da yaşadığımız coğrafyada oldukça önemli bir yere sahiptir, öyle ki evlenme çağına gelen kızların ilk çalışmaları her zaman kanaviçe üzerine olmuştur. Kıyafetler, yastıklar, bohçalar, panolar yani kısaca uygulanabilir her alan kanaviçe ile süslenmiş ve maharet isteyen bu iş sergilenmek istenmiştir. 

Estetik algılar ile değişim gösteren motif ve uygulamanın aslında tarihi oldukça eskilere, Orta Asya'nın bozkırlarına dayanır, giysi için geliştirilen dikme işleminin hemen ardından gelen dikilen giysileri süsleme ihtiyacı her coğrafyada kendi kendini yaratmış ve insanlık tarihi için estetik gelişmelerin önünü açmıştır. Kanaviçe de işte böyle bir estetik kaygının güdüldüğü zamanlarda ortaya çıkmıştır, Franz Werfel'in deyimiyle "Kadının istediği iki şey vardır: Erkeğin gözüne girmek, kadının gözüne çarpmak." her ne kadar eleştiriye açık bir deyiş olsa da sosyolojik olarak desteklenir yanı olduğunu da belirtmek gerek. Hal böyle olunca kadınların süslemeye ve var olanı olduğundan daha güzel göstermeye merakı ile giysilerin süslenmesi için geliştirilen yöntemler arasında kanaviçe de varlığını çağlar boyu sürdürmüştür. 

Çıkış noktası kesin tanım ile Orta Asya olmasa da bulunan en eski örneklerin bu bölgede ele geçmesi, Orta Asya'nın kanaviçe beşiği olduğunu ortaya koyar, bu bozkırlardan insanların farklı coğrafyalara ilerlemesi ile kültürlerini de yanlarında taşımaları kanaviçenin yayılmasını sağlamıştır. Eski el sanatlarını incelediğiniz coğrafyada çoğunlukla kanaviçe ile karşılaşmanız mümkündür, bölgesel farklı işlemeler, desenler, renkler görülse de kanaviçe varlığını mutlaka gösterir. 

Farklı coğrafyalara yayılımını sürdüren kanaviçe XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa'da oldukça popüler olmuş Fransa, İtalya, İngiltere'deki kadınların kıyafetlerinin detay süslemesi görevi görmüştür. Bunun haricinde flama, çanta, pano gibi birçok yerde kullanılmıştır. 


































1661 yılına ait kanaviçe örneği - Victoria & Albert Museum 



























Victoria & Albert Museum'da bulunan 1600'lere ait bir örnek.



































1300/1400'lere ait İngiliz armaları kompozisyonlu kanaviçe süslü süvari çantası.


XV. ve XVI. yüzyıllara ait Türk kanaviçe örnekleri bulamadım ancak stilize edilmiş çiçek motiflerinin yanı sıra anlam barındıran geometrik desenler ile kompozisyon oluşturulduğuna eminim, eski Türk halı desenlerini gözünüzün önüne getirin ve bunların daha küçültülmüş stilize hallerini düşünün. Her bir geometrik desenin farklı bir anlama sahip olduğundan bahsetmiştim, aslında bu bile başlı başına bir post konusu olur ama üstün körü değineceğim. Türk geleneklerinde ya da daha ziyade göçebe kültürüne dayanan halklarda sanat simgeseldir, sadece sanat değil din anlayışları da simgeler üzerine kurulmuştur, şamanizm kültürü gibi. Anadolu coğrafyasındaki halkların çoğu da göçebe kültürüne dayandığı için simgeselliği kanaviçe alanına da taşımışlardır.




















Günümüz örnekleri her ne kadar bu kadar sade olmasa da geçmiş zamanların kanaviçeleri 2 boyutlu polychrome ya da monochrome desenler ile oluşturulmuş. 


































Evet, gelelim Niyazi Erdoğan'ın konu ile olan alakasına. Mercedes-Benz Fashion Week'14 kapsamında gerçekleştirdiği defilesi ile adından oldukça söz ettiren tasarımcının babaannesi, halası ve annesine ait kanaviçe örnekleri ile konuya girişi yaptık. Şimdi gelin Niyazi Erdoğan'ın lookbook'una bir göz atalım. 



























































































































































































































































































































































SS2014 Niyazi Erdoğan RUNWAY: 




Lookbook'a göz attıktan sonra, eski bir kültürün yansımalarını görmek insanın hoşuna gitmiyor değil ancak bu yansımadan çok tasarımcıların tasarım süreci hakkında bilgi sahibi olmak içinde güzel bir bakış. Niyazi Erdoğan'da ilhamını beslendiği kültürden alarak eserlerine yansıtmış, kullandığı çizgiler, renkler ile de modern erkeğin prototipini çizmiş bir bakıma. Birkaç yazı öncesinde D&G koleksiyonu ile bağdaştırdığım bir yazı vardı hatırlayamadıysanız linke tık. Bu yazının yan komşusu Niyazi Erdoğan tasarımlarında da karşımıza çıkıyor. Renkli dünyalara sahip erkeğin sosyal hayatta daha fazla göreceğimiz günler yakındır umarım. Ataerkillikten kopup biraz anaerkil olmaya başladığımızda sanırım bahsettiğimiz renkli dünya hayali gerçek olacak. Niyazi Erdoğan gibi tasarımcılar da bu renklendirme de güzel birer boya görevi görüyorlar.

Renk skalamızın geniş olduğu, sanat ve moda dolu günler diliyorum....
Devamını Oku

14 Ekim 2013 Pazartesi

Sandıklardaki hazineler...

Reçine ile karışmış naftalin kokusunu hatırlayanlar var ise lütfen kendisi ile gurur duysun. Geçmiş zamanların belki de en mistik alanlarından biri olan sandıklar günümüzde unutulmuş olsa da, kokuları hala burnumuzda. 

Çocukluk dönemlerinde kapalı kutuların ardında hazinelerin olduğu inancına sahiptim, ve her zaman dolap ya da çekmeceler benim evrenler arası geçiş kapılarım oldu. Bunu hikayesel bir anlatım katmak için söylemiyorum, tanımadığım bilmediğim bir çekmece beni hayattan soyutlayabilir nitelikte oldu her zaman. Ama her duygunun en üst mertebesi olduğu gibi bu soyutlanmanın da bir üst eşiği olmalıydı ve o sınırı sanıyorum ki 9-10 yaş aralığımda annemin çeyiz sandığı ile keşfettim. Şimdi dün gibi hatırlıyorum da annemi nasıl merakla izlemiştim sandığın kilidini açarken, heyecandan sus pus kesilip içinden çıkabileceklerin hayali ile derin sessizlik içerisinde bir 15 saniye geçirmiştim. Kapak açıldıktan sonra ortaya çıkan el işlemeli elbiseler, bebekliğime ait çeşitli kıyafetler, sünnet kıyafetleri, annemin tel kırmalı müsamere elbisesi... Hepsi de anılarını içerilerine hapsetmiş bir şekilde zamansızlık kokuyorlardı. 

İşte bu romantizm yoğunluğunu yaratan da böyle bir görsel ile başladı. Moda tarihi ile ilgili araştırma yaparken karşıma çıkan görseller burnumun direğini sızlattı, yine o reçineli naftalin kokusu sardı etrafı. Hepsi de böyle sandıkların arasından müzeye bağışlanmış eserlerdir diye düşünüyorum, sandıkları belki çoktan yok oldular ancak onlar hala yıllar öncesinde ilk giyildikleri ve son kez çıkarıldıkları duygular ile moda tarihi meraklılarının karşısında duruyorlar. Sözü fazla uzatıp romantizm buhranına girmeden, geçmiş kokulu kıyafetler ile sizleri baş başa bırakıyorum. 


































1885 - 1890 yıllarında Amerika'da ipek, pamuklu kumaş ve danteller kullanarak dikilmiş elbise üzerinde kullanılan zarif bir ceket. 


































1895 tarihinde Rusya'da dikilmiş bir elbise, ekose modasının revaçta olduğu sonbahar/kış dönemi için ilham kaynağı olabilecek değerde. 


































1895 yıllarının Amerika'sına ait elbise üzerinde kullanılan ceket modeli, ipek kumaşlar kullanılarak dikilmiş.


































1897 tarihinin Fransa sokaklarında büyük ihtimal şapkası ve eldivenleri ile tamamlanarak kullanılmış bu floral desenli elbise yine ipek kumaşlar ve danteller ile dikilmiş. 


































1887 tarihli bir Fransız elbisesi daha. Fransız kadınların modaya nasıl yön verdiğini algılamak açısından da oldukça güzel bir örnek. Floral detaylar günümüzde de oldukça trend, hatırlarsanız son fashion weeklerde çoğu tasarımcının lookbook'unda floral baskılı kumaş ya da floral işlemeler göze çarpmış, hazır giyim sektörü de bundan yeterince nasibini almıştı. 


































1915'ler. Kanlı politikaların dünya sahnesine sürdüğü I. Dünya Savaşı yıllarında şıklık sadeliğe geçiş yaparak kendinden ödün vermeyen bir çizgide ilerlemiş. Dantel ve ipekli kumaşlar ile oluşturulmuş oldukça romantik hatları olan bu ceket, elbise üzerinde kullanılmak üzere tasarlanmış.


































Yine I. Dünya Savaşı döneminden (1922) kalma bir elbise, şıklığın sadeleşmesi artık iyice göz önünde öyle ki dantel kullanımının azami dereceye çekilmesi ya da hiç kullanılmaması ön planda. Ancak kumaş üzerindeki floral ve simetrik desenlerin bir dantelden daha fazla ihtişam kattığı da bir başka gerçek.




















1930-1939 savaşın izlerinin silinmeye çalışıldığı yıllara ait bir ceket, özgün tasarımıyla dikkat çekiyor. Sosyolojik açıdan bir çok çıkarıma kaynaklık edebilecek nitelikte. 


































1944 yılları Amerika'sında pamuklu kumaş ile dikilmiş elbise renk geçişleri ve tonlamalarıyla oldukça şık bir görünüm sergiliyor. Kullanılan renk tonlarının Pantone renk katoloğunda 2013 sonbahar/kış renklerini de barındırması ayrı bir anekdot. 


































1942 yılına ait elbise sanki bir tuvalden bozma kumaş ile dikilmiş hissi uyandırıyor, son zamanlarda oldukça revaçta olan baskı teknolojisi ile üretilen kumaşlardan dikilen elbiselerin atası sayılabilir mi bilmiyorum ama yine de bu açıdan önemli bir parça olduğunu düşünüyorum. 


































1968 yılının sonları. İnsanoğlunun uzay ile tanışmasında kat edilen yolun belki de ilk ve en önemli olayı: Ay'a ayak basılması. Tabi bu olay dünyadaki gündemi etkilediği kadar sanatı ve modayı da etkilemiş. 


Naftalin kokusundan nasibimizi alamadık daha fazlasına ihtiyacımız var diyorsanız Metropolitan Museum'ın sitesini takip edebilir giyim kuşam tarihi hakkında somut bilgi ve görsellere ulaşabilirsiniz. Site için şuraya bir tık yeterli. 
Devamını Oku

Görsel Hazlar Kumpanyası

Moda tanıtımlarında uzun bir süre fotoğraf çok büyük bir alanı işgal etmişti, ancak 90'lar ile birlikte ortaya çıkan güruh artık fotoğrafın yerine videoyu daha etkin bir şekilde kullanmaya karar verdiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı...

Klasik bir masalın giriş bölümüne uygun paragraf ile açılış yapmış olsam da yazı aslında bir masaldan ziyade moda dünyasının efsanelerinin hikayesi. Her bir efsaneye değinmeyeceğim, belki ileride böyle bir düzenleme yazar paylaşırım ancak şimdilik izlemekten keyif aldığım bir kaç video ile sizleri ısındırma yolunu seçtim. Moda fotoğraflarına ya da fotoğrafçılığına ilgi duyanların büyük keyif alacağına eminim, ancak diğer kesimi ötelemeden şunu da belirtmeliyim ki, moda ile ilgisi olmayan bir kişiyi bile heyecanlandıracak projelerden bahsediyorum. Her biri o kadar itinalı hazırlanmış ki çekim detaylarını ve işin mutfağını düşündüğünüzde ayrı dünyalarda seyir halinde oluyorsunuz. Paralel evrenimde sizleri konuk etmekten şeref duyacağım, buyurun sırası ile evrenin kapılarını aralayalım:

-İlk video Altuzarra 2014 lookbook'undan:



Gareth Pugh SS'11:




Alexander McQueen Tribute:





DOWNTOWN Calvin Klein:
















KENZO Resort'13:


















Dior Homme:


















Moda tarihinin 100 yılına ufak bir bakış sunan eğlenceli bir video:



Givenchy'nin parfüm tanıtımı:






Devamını Oku

13 Ekim 2013 Pazar

Modaseverlerin gönüllerinin veliahtı: Özgür Masur

Heyecan ile beklenen ekim ayı sonunda kapılarını hem soğuk havalara hem de moda rüzgarlarının ılık esintilerine açtı. Mercedes-Benz Fashion Week 7-11 Ekim aralığında Kuruçeşme Arena'da başladı. Birbirinden güzel defilelerin göz alıcı parçalarından tek tek bahsetme gibi bir düşüncem var ancak önceliğimi Özgür Masur'dan yana kullanmak istedim. Önceliğin Özgür Masur'da olmasının nedenlerine değinmiyorum keza tasarımlarının görsellerini yazının sonunda incelediğinizde cevabı zaten bulmuş olacaksınız. 

Defile mekan seçimi ile birlikte Özgür Masur'u veliaht koltuğuna oturtmakla kalmadı, yarattığı görsel şölen ile de beğenileri topladı. Mekan İstanbul'un unutulan geçmişinden kalma saraylardan birinde yani İngiliz Sarayı'nda yapıldı. Pera House adıyla da bilinen bu yapı Osmanlı döneminde 1801 tarihinde İngilizlere hediye edilen arazide yapılmış ve dönemin padişahı Abdülmecid'in de bizzat katıldığı görkemli bir balo ile açılmış. Uzun yıllar Osmanlı-İngiliz daha sonra Türk-İngiliz diplomatik ilişkilerinin yürütüldüğü bir yer olarak tarihte kendine yer edinmiş. Bir çok talihsiz olay ardından tekrar kendini yenilemiş restore görmüş yapının ilginç de bir hikayesi var. Tuna Köprülü'nün yazmış olduğu İstanbul'daki Yabancı Saraylar kitabında aktardığına göre sarayda bulunan devasa ve göz kamaştıran avizeler esasen İngiltere'den İstanbul üzerinden Moskova'daki elçiliğe gönderilmek üzere yola çıkmışlar ancak patlak veren Kırım Savaşı sonrasında yollar mevcut tehlikelerden dolayı kapanınca Pera House'a taktırılmışlar. Tarihte ya da gelecekte olacak hiçbir savaş ya da kaba kuvvete başvurmayı desteklemesem de avizeler için sevinmedi değilim. 

Tarihsel süreçte böyle önemli rol üstlenmiş bir yapının içerisinde yapılan defilede Özgür Masur'un tasarımları da kendi alanlarında önemli bir rol üstleniyorlar, İngiliz saray süslemelerinin kıyafete aktarımı görünen detaylar bugüne değin sürekli bahsi geçen oryantalizm tutkusunu tam tersine çevirir nitelikte. Dantel gibi işlenmiş duvarlar, parıltılı kumaşlar ile kaplı İngiliz mobilyaları ve barok-rokoko aralığında seyreden bir üslup ile oluşan yeni beğenilerin ışığında modern kesimler ve kıvrımlar ile dolu bir defile için insan ne diyeceğini şaşırıyor. Bu tıpkı kivi yediğinizde aldığınız tadı tarif etmeniz istendiğinde tam anlamı ile nasıl bir tat olduğunu anlatamamanız gibi bir şey. Baktığınızda kumaş detaylarından kesimlere, mekanın kattığı enerji ile var olan ahenge, renklerden ince işleme ve detaylara kadar birçok şey görsel hazzınızı kabartıyor ancak sözel olarak tanımını bulmakta zorlanıyorsunuz. 

Özgür Masur sizin moda veliahtınız olabilir mi bilmiyorum ancak son zamanlarda sergilemiş olduğu grafik ile ben gönül rahatlığı ile veliaht olarak kendisine koşulsuz hayranlık besleyebilirim. Ki bu düşüncemi önümüzdeki fashion week'lerde lookbook'ları ile destekleyeceğinden de eminim. Gelecek defileleri bir kenara bırakıp yeni görücüye çıkıp oldukça beğeni toplamış MBFW'14 defilesine bir göz atalım tabi bunun öncesinde bahsi geçen İngiliz Sarayı ve avizelerini de es geçmeyelim. Ben fotoğraf ile yetinemem izlemek isterim diyenleri de unutmadım, görsellerin altında runwayi izleyebilirsiniz. 













































Devamını Oku
Tema resimleri sndr tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.

© 2011 Maddenin Sanat Hali, AllRightsReserved.

Designed by ScreenWritersArena